Müjdat UYSALCAN
100 Yıl Önce 100 Yıl Sonra  03.05.2020   (1678) Okunma

23 Nisan 2020 Perşembe günü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı 100. Yılında COVID-19 epidemik salgını dolayısıyla evlerimizde olsak ta coşkulu bir şekilde kutladık, 

coşkumuz ve heyecanımızı salgın dolayısıyla konulan sokağa çıkma yasağı bile engelleyemedi, çünkü 100 yıl geçmişti egemenliğin milletimiz tarafından sağlanmasının üzerinden. Hepimiz 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulduğunu ve Kurtuluş Savaşı’nı bu “Gazi Meclis” in yönetip, bağımsızlığımızı kazandığımızı çok iyi biliyoruz. 

Aslında sadece ve tek başına 23 Nisan 1920 değildi egemenliği milletimize kazandıran, 1 Kasım 1922 Saltanatın Kaldırılması da çok önemli bir adımdı “Hakimiyet-i Milliye” ‘nin diğer bir deyişle “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR.” ilkesinin sağlanması için. 
2. Meşrutiyet dönemi içerisinde 1. Dünya Savaşında yenilen, bağımsızlığı elinden alınmaya çalışılan, emperyalist devletler tarafından işgal edilerek parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten saltanat, İstanbul Hükümeti, meşrutiyet rejiminin gerektirdiği parlamentonun kurulmasına engel olmaya çalışıyor, yani egemenliğin sadece kendisinde olmasını istiyordu. 

Acilen Türk Ulusunun kurtuluş mücadelesini yönetecek, bağımsızlığına kavuşturacak meşru bir iradeye, bir meclise ve hükümete ihtiyaç vardı, e tabi bir de tüm bunları önderlik yaparak başaracak bir lidere yani Değişmez Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e. Evet tam 100 Yıl önce bu nedenlerle, çok zor şartlar altında kurulan meclis, gerek temsil gücü, gerekse karar verme gücü açısından bir milleti bağımsızlığına kavuşturacak kadar iradeli, işlevsel ve demokratikti, diğer bir değişle en asli görevlerinden biri olan “YASAMA” yetkisini kullanıp kanun yapabilirdi ve Cumhuriyet’in temellerini atıp en demokratik yönetim şekli olarak kabul ettiğimiz Cumhuriyet rejimini “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR.” diyerek ilan edebilirdi, bunun yanında “Yürütme” organı olan hükümeti de denetleyebilirdi, kısacası her şeye tek başına hakim olan çok güçlü bir meclis vardı 100 yıl önce.

Tarihsel süreçte evrilen TBMM çok farklı dönemlerden geçmiş, darbeler, anayasa değişiklikleri görmüş ve bugüne 100 yıllık bir sürecin sonuna gelmiştir, 100 yıl içerisinde yaşananları burada anlatmamız zor, ancak bu sürecin sonunda geldiğimiz ve bugün sahip olduğumuz meclisi konuşmak, yarınlara nasıl bir meclis ve yönetim bırakmalıyız sorusuna da yanıt verecektir. İlk dönem meclislerinde muhalefet iktidar tarafından dinlenmekte, dikkate alınmakta hatta muhalefetin kanun önerileri hükümetin hoşuna gitmese bile olumlu karşılanıp kabul edilmekteydi.

Oysa bugün geldiğimiz noktada bunlardan bahsetmemiz neredeyse imkansız, çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan, kendimize has ”Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ni kurup halkın seçimlerde verdiği yetkiyi, vekaleti ikiye böldük, yani yasama organına ve yürütme organına ayrı ayrı vekalet vererek milli egemenliğimizi de ayırmış olduk. Bundan önceki sistem olan Parlamenter Sistem de ise yetki tek yasama organı olan meclisindi. KHK lar ile yönetilmeye çalışılan bir ülke, kağıt üzerinde yetkileri olsa dahi gerçekte yetkileri elinden alınmış, gensoru ve güvenoyunun kaldırıldığı bir meclis hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaktır, denetlenemeyen, kontrol edilemeyen hiçbir sistem başarılı olamaz. 

Bunların hepsi, 100 yıl önce 100 yıl sonra karşılaştırmasının sonunda, evrilmenin, gelişmenin pozitif yönde olan değişiminin olmasını beklerken ne yazık ki 100 yıl öncesinden daha geriye gittiğimiz gerçeğini göstermektedir. Milli Egemenliğin tekrar TBMM’nde vücut bulması ve Parlamenter Sistem’e dönüş kaçınılmazdır, elzemdir ve zaruridir. 
Başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Milli Mücadele sonunda “Gazi” unvanı verilen İlk Meclis’te görev alan milletvekillerimizi ve kahraman şehitlerimizi bu vesile ile minnet, rahmet ve saygı ile anıyorum.
Sevgi ve Saygılarımla,
Müjdat Uysalcan